ÇETİN ÇAKMAKÇI RESİM SERGİSİ AÇS GALERİDE / SALİME KAMAN
19 NİSAN 2018
ÇETİN ÇAKMAKÇI RESİM SERGİSİ AÇS SANAT GALERİSİ’NDE
18-26 Nisan 2018 tarihleri arasında AÇS Sanat galerisi, Çetin Çakmakçı’nın eserlerine ev sahipliği yapıyor. Çetin Çakmakçı, eğitmen bir ressam.
Tuval üzerine akrilik, kolaj ve baskı çalışmaları sanatçının şiddetli duygularını yani endişe, korku, acıma, nefret yalnızlık hislerini farklı farklı otuz adet eserinde yansıtmıştır. Ben sergiyi ziyaret ettim, çok beğendim, sizlerinde ziyaret etmesini isterim.
Yaşadığı zaman içinde toplumda bilinen ancak kimsenin ifade edemediği çarpıklıkları,
engellenmişlik duygusundan doğan şiddetli duyguları sanatçı sorumluluk bilinci ile eserlerinde dışa vurmuştur.
Çetin Çakmakçı, dışavurumlarını biçime ağırlık veren bir görüşle tuval üzerine akrilik boya ile aktarmıştır. Kurduğu kompozisyonlar ahenklidir.
Sanatçı, sosyal, endüstriyel, günlük yaşam, doğa gibi alanlardan etkilenimleri, resimlerin yarattığı ritim ve dinamizm ile izleyicisi üzerinde de his yaratmaktadır.
Bu hissi bende yarattı.
Ya sizde ?
Sanatçı, bütün resimlerinin ön planında yer alan tek figür ile odak noktasının figür olduğuna vurgu yaparken figürleri, resimlerine ve resim diline iyi bir aracı olmuştur.
Çetin Çakmakçı, kentin çarpık yapılaşmasını, kasvetli tonların arasında kullandığı sarı, kırmızı, yeşil gibi ifade gücü yüksek renk seçimleriyle de renk kullanımında ki başarısını yansıtmaktadır.
Yazımı Paul Klee’nin sözleri ile bitirmek istiyorum. ‘ İnsan bitmemiştir. Gelişim içinde kalmaya bakmalı, açık olmalı, hayatta da yaratıcı.’
Günümüzün olaylarına karşı gösterdiğiniz duyarlılığınız ve bunları açık açık resimlerinizde yansıttığınız için teşekkürler Çetin Çakmakçı.
18.04.2018
Salime Kaman
Sanat Eleştirmeni ve Ressam
Dergisi Nisan 2017 Sayısı
GENÇ RESSAM SÖYLEŞİLERİ’NDE VECDİ UZUN’UN KONUĞU RESSAM ÇETİN ÇAKMAKÇI
“KENTİLEŞEMEMEK”
Resim serüveninizden bahseder misiniz?
Resim serüvenim insanların söylemesinden sıkıldığım, ancak hakkımda bilgi vermem için gerekliliği nedeniyle bahsetmek zorunda bulunduğum doğup büyüdüğüm şehir olan Van’da ilkokul yıllarında gördüğüm nesneleri resmetmeye başladığım günlerde başlamıştı. Zamanla devam edip benim için bir yaşam tarzına dönüşen sanat alanında eğitim almaya başlamam profesyonel anlamda ilk adımları atmama sebep oldu. Sanatsal anlamda zor bir coğrafyada ve dönemlerden geçerek sanat yaşamıma devam etmemin çok olumlu kazanımları olduğunu düşünüyorum. Sanatın benim için ne ifade ettiğine gelince; Sanat bana göre hayatın tam kendisidir. Aynı zamanda sanat bir başkaldırı aracı ve uçsuz bucaksız bir ifade alanıdır. Her sanatçı bu alanda kendi iç kaygı ve duygularından yola çıkarak kendini ifade eder. Sanat insan yaşamının gereklerinden biridir, insan aslında ekmek ve suya ne kadar ihtiyaç duyuyorsa sanata da o kadar ihtiyaç duymalıdır. Bu abartılı bir cümle olarak düşünülebilir, ancak benim dünyaya bakış açım; bu ve günümüzde yaşadığımız tüm sıkıntıların altında sanatın eksikliğinin yattığını düşünüyorum. Sanat tüm toplumlarda yeteri kadar yer etmiş olsaydı bugün Dünya çok daha yaşanılabilir bir dünya olurdu. Geleceği inşa etmek isteyen herkesin ilk önce sanatı kendine yol edinmesi ve yaşama sanatsal bir gözle bakması gerekir.
Resimlerinizde toplumsal sıkıntılara ve kentleşme olgusuna yer verdiğinizi görüyorum. Bu konu ile ilgili okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Modernizmin bir paranoya haline dönüştürdüğü kentleşme ve kentlileşme, toplumda insanların çok haz almadığı ancak sermayenin elinde bulundurduğu güç ve eğitim seviyesinin düşüklüğü gibi sebeplerle bir türlü kaçamadığı bir kısır döngüye dönüşmüştür. Resimlerim genel anlamda toplumumuzdaki bu kentleşme ve kentlileşme ya da başka bir deyişle kentlileşememe çabalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. İçten içe düşündüğüm ve aşırı derecede rahatsız olduğum bu durumu resimlerimde irdelemeye çalışıyorum. Daha önce insansız kentlerle başlayıp şimdilerde ise kentin ve kentlileşme çabasının getirdiği sorunları yüzünde yansıtan insanlarla devam eden resimlerim aslında toplumsal alanda insanların kaygılarını, hüzünlerini, kızgınlıklarını, çıkmazlarını, mutsuzluklarını ve içinde bulundukları kaosu yansıtmaktadır.
Çetin ÇAKMAKÇI Kimdir?
1981 Yılında Van’ da doğdu. 2005 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. 2009 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Resim Eğitimi Anabilim dalında Yüksek Lisansını tamamladı. Adana’da bir kamu kurumunda yönetici olarak görev yapmakta ve kendi atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir.
Vecdi Uzun Yorumu : “Kentllik” yerleşimdeki nüfusun büyüklüğü, yoğunluğu ve çeşitliliği sonucunda ortaya çıkan yaşama ait davranış biçimidir. Birey bu yaşam tarzında birden fazla farklı role sahip olabilir. Çetin Çakmakçı henüz oluşmayan kentlilik bilinci ve kentte var olan bu farklılıkların yarattığı çatışmayı anlatmaya çalışmaktadır. Genç kuşak ressamlar da kentlileşememe kavramına sürekli vurgu yaparak olayın önemini vurgulamaktadır. Diğer taraftan; bu konuyu seçen gençler arasındaki gizli rekabeti de vurgulamakta yarar olduğu düşüncesindeyim. Dileğim bu tatlı rekabet onlara itici güç oluştur.
Hazırlayan : Vecdi Uzun
ÇETİN ÇAKMAKÇI RESMİ ÜZERİNE...
Kurgusal alanın genişletilmesiyle mümkün olan kent, evren denen büyük modeldeki kaosun, küçük kopyada ortadan kaldırılma girişimidir. Dolayısıyla kentlileşme insan zihninin hicrete yeltenmesi ve aklın evren hapishanesinden kurtulma çabasıdır.
Bu nedenle olsa gerek, tarih boyunca medeniyet olgusu kentli insanın vasıflarından sayılmıştır.
Göçebe veya kırsal alanda meşgul görünenler ise çoğunlukla barbar, medeniyet dışı olarak algılatılmıştır.
Göçebenin barbarlığını doğallığına bağlayan zihne göre şiddet, göçebenin doğasıdır. Kentlinin şiddet eğilimi ise bir tasarımdır. Bu nedenle kentleşme veya kentlileşme aynı zamanda şiddetin doğasından kurtulup, şiddeti doğal olarak kullanabilme girişimidir.
Kent, organize edilmiş, her şeyin yerli yerine konulduğu veya buna ilişkin çabanın olduğu bir alandır. Göçebe insanın, peşinde koştuğu kırsal tanrılar, üretimi elinde tutarken; kentli insan, tanrıların sömürücü tehditlerinden bağımsız kalıp, kendi tüketeceğini üretmek niyetindedir. Böylece mekanın boş kalan bölümlerinde kendini var edebilecektir.
Anlaşılacağı üzere kentlileşme, mitik suskunluğun, bilimsel konuşkanlığa dönüşmesi; insanın ve mekanın olgunlaşması sürecidir.
Evet!!! Kent uzun bir zamandır, insanın kendini sermaye, mülk ve yaşam donanımı açısından yerleşik olarak bilinçlendirdiği; rahat ve kendine yakışır olanaklar sağladığı bir alandır. Fakat insanın daraltılıp insan eliyle yok edildiği alan da kent olmuştur.
….
Medeniyetin gelişip olanak yaratma süreci, kentleşmeyi hızlandırırken diğer taraftan kentli yozlaşma, çarpık kentleşme gibi konular da birer birer gündemdeki yerini almıştır. Bu konu üzerine imgeler, düşünceler ve eserler oluşturulmuş; doğalın ve doğanın canlandırılması üzerine söylemeler geliştirilmiştir.
Çetin Çakmakçı, kent ve kırsal yaşama tanıklık ederek, bu durumu imgeleştiren ve tuvale aktarma olanağını bulan genç sanatçılardan biridir.
Van doğumlu olan sanatçı, merkez taşra ilişkisi bağlamında kentleşme ve kentlileşme sürecinin canlı tanıklarındandır. Sanatçı, kırsal alandaki yaşamsal kurgunun, kentteki kurgusal yaşamla karşılaştırılması noktasında çok ciddi gözlem yapma olanağı bulmuştur.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Anadolu kırsalında, efsanelerin uçsuz bucaksız kahramanı olarak hayalinin peşinden koşan Çakmakçı, şimdilerde bir dengbej naifliğiyle içselleştirdiği efsaneleri eserlerine taşımakta; Urartu’nun Tuşba’sından bakarak, günümüz Türkiye’sini hatta dünyasını eleştirmektedir.
Erken dönem eserlerinde, kırsal yaşam, göç, vb. konuları ele alan ve ilerleyen dönemlerde Anadolu kadını imgesini tuvaline taşıyan Çakmakçı, son dönem çalışmalarında çarpık kentleşme temasını ele almaktadır.
Sanatçı eserlerinde kentin kaosa sürüklenen mimarisi ve medeniyetin kendi tasarladığı şiddete karşı koyamadığı bağlamı tartışmaktadır. Ona göre kentleşme, kentlileşme sürecinde yer değiştiren medeniyet ve mülkiyet fikri artık başlangıçtaki anlamını yitirmiştir.
Modern bir hastalık olarak zirvesine ulaşan kentleşme ve kentlileşme, emperyalist bir geri kalmışlık, içe dönük bir dincilik, biçimsel bir gericilik dayatması ile sınıflar oluşturup, her türlü ikilemden kazanç elde etme yolu olmuştur.
Bu süreçte kentlileşenler, barbar olmaktan kurtulmuş ancak sermayenin nesnesi olduklarını görememişlerdir:
Artık kimsenin umurunda değildir medeniyet!!! Kimsenin umurunda değildir göçebelik!!! Kimsenin umurunda değildir insan!!!
Modernin çıkmazından türeyen postmodern bilinç, biçimi sorunuyla birlikte kabul etmekten başka çare bulamamıştır. Ona göre biçim kendi haliyle ele alınıp yorumlanmalıdır. Eleştiri hiyerarşi oluşturma kusurundan arınıp, eldekini dönüştürme sürecini hareketlendirmelidir.
Böylece suçluyu gizleme telaşı, adaleti sağlama işini göçebenin tanrısına bırakmıştır…
Çarpık şehir, umursamaz müteahhit ve doyumsuz insan bağlamı medeniyet bağlamını ötelemiştir.
Çakmakçı’nın resimlerinde de görüldüğü üzere, kentin bu günkü çarpık durumu, insanın bilinçli olarak tasarladığı şiddetin, hırsın ve güçlü olma telaşının dışavurumudur. Bu dışavurum postmodern biçimi şekillendirmiş olsa da biçimin kaynağı hali hazırdaki çarpık çurpuk kentler ve vicdansız emellerdir…ve süreklilik arz etmektedir…
Çakmakçı'nın resimlerinde ele aldığı çarpık kentleşme imgesini, Van depremi ve sonuçları bağlamıyla güçlendirmesinden de aanlaşılacaı üzere: Kentin kaosla birleşen görüntüsü, depremin yıkıcı karanlığında iyice kirlenmiş; yıkımın çirkinliği insanı vicdanına terk etmiştir. Çadırlarda toplanan insanların nezdinde…Yıkım yeniden kırsal yaşam ve göçebe hayat kurgusunu gündeme taşımıştır. Yani medeniyetin katlarına sığınan insan, kendini kötü müteahhitliğin çukurunda bulmuştur.
Kentin yerleşik hayat imgesini, göçebe kentli imgesine dönüştüren doğaya karşı,
ivedi olarak!!!
İNSAN, VİCDANINDAKİ GÖÇEBEDEN KURTULMALIDIR.
Ya da göçebeyi vicdanıyla tanımlayarak hakkını temsil etmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Ruhi KONAK
YYÜ. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi